Tarihsel gelişimi içerisinde karayolu ulaşımına alternatif arayan insanoğlu suyla ve denizle tanıştı. Büyük olasılıkla, yüzen bir ağaç gövdesi üzerinde durarak (ya da duramayarak) gerçekleşen bu ilk tanışma sonrasında, ağaç gövdeleriyle yapılan sallarla başladı ilk deniz ulaşımı. Ardından doğanın büyük gücü rüzgara hükmetmesini öğrendi insanoğlu. Kol kuvveti ile yürütülen sallardan günümüz nükleer transatlantiklerine, deniz araçları hızla gelişse de denizde rüzgar gücünden yararlanılmasından vazgeçilmedi. Yelken ve yelkenli teknelerden.
Karayolu ile Bodrum’a girerken sizi, önce Halikarnas Balıkçısı, Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın sevimli çehresi ve “Merhaba, Yokuşbaşına geldiğinde Bodrum’u göreceksin. Sanma ki sen geldiğin gibi gideceksin. Senden öncekiler de böyle idiler. Akıllarını hep Bodrum’da bırakıp gittiler.” sözleri, ardından son virajı döndüğünüzde Bodrum Kalesi’nin gizemli silueti karşılar. Denizden geldiğinizde ise, Bodrum Kalesi, bütün heybeti ile Bodrum’un koruyucusu olarak çıkar karşınıza.
… Aliş’i denize inen küçük iskelenin önünde, güvertenin üzerindeki bir iskemleye oturttular. Skafandar giysisini bacaklarına ve kollarına geçirdiler. Dalgıç giysisi bileklerini sıkıyordu, elleri açıktaydı. Maden göğüslüğünü de omuzlarına taktılar. Denizciler, gencin dört yanını sarmışlardı, hepsi bir iş görüyor ve Aliş’le konuşuyorlardı. Bir curcunadır kopuyordu. ‘Hayde bre Aliş! Dalışın uğurlu olsun!’ diyorlardı candan.. Artık miğferi başına geçireceklerdi. Hava pompacıları, pompanın başında alesta oldular. Başkaları miğferin marpucunu –hava borusunu- miğferin arkasına taktılar. Artık Aliş, miğferden başka tüm skafandar giysisini giymişti.. İskemlenin üzerinde öyle bir kuruluşu vardı ki…
Bir süngercinin, sünger avlamaya ilk dalışının törensi giydirilişini anlatan bu satırlar; Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın “Deniz Gurbetçileri” kitabından alınma.