… Aliş’i denize inen küçük iskelenin önünde, güvertenin üzerindeki bir iskemleye oturttular. Skafandar giysisini bacaklarına ve kollarına geçirdiler. Dalgıç giysisi bileklerini sıkıyordu, elleri açıktaydı. Maden göğüslüğünü de omuzlarına taktılar. Denizciler, gencin dört yanını sarmışlardı, hepsi bir iş görüyor ve Aliş’le konuşuyorlardı. Bir curcunadır kopuyordu. ‘Hayde bre Aliş! Dalışın uğurlu olsun!’ diyorlardı candan.. Artık miğferi başına geçireceklerdi. Hava pompacıları, pompanın başında alesta oldular. Başkaları miğferin marpucunu –hava borusunu- miğferin arkasına taktılar. Artık Aliş, miğferden başka tüm skafandar giysisini giymişti.. İskemlenin üzerinde öyle bir kuruluşu vardı ki…
Bir süngercinin, sünger avlamaya ilk dalışının törensi giydirilişini anlatan bu satırlar; Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın “Deniz Gurbetçileri” kitabından alınma.
Bitki mi, Hayvan mı?
Yüzlerce yıldır insanlar tarafından avlanan süngerler, milyonlarca yıldır dünya üzerinde varlığını, fazlaca bir gelişim göstermeden sürdürmektedir. Antik çağdan bu yana insanlar tarafından, zırh ve miğfer astarı, temizlik malzemesi, boya fırçası, süs, bebek emziği, tampon, tıbbi malzeme, gibi amaçlar için kullanılan sünger çok hücreli hayvanların en ilkel gurubunu oluşturmaktadır. Latince ismi olan porifera; delik anlamına gelen “porus” ve taşımak anlamına gelen “ferre” kelimelerinin birleşmesinden türetilmiştir. Parlak sarı, turuncu, yeşil, kahverengi, siyah, kırmızı ve menekşe renkleriyle deniz diplerinin nadide süsleri olan bu canlıların belirgin bir şekilleri yoktur. Kadeh, top, boru, koni, çalı vb. şekilleri ile muntazam olmayan kümeler halinde yapıştıkları zeminlerde sabit olarak yaşarlar. Hareket etmedikleri düşünüldüğünden uzun süre bitkisel organizma olarak kabul edilen ancak yapılan araştırmalar sonucu 1765 yılında hayvan oldukları anlaşılan süngerlerin iç organları yoktur. Buna karşılık çok basit, kalkerli veya silisli kristal iğneciklerden oluşan bir iskelet sistemine sahiptirler. Eşeyli ya da eşeysiz üreyebilen süngerler besinlerini, vücut yüzeylerindeki deliklerden aldıkları suyu süzerken geride kalan, mikroorganizmalardan sağlarlar. Tatlı sularda yaşayan türleri var ise de süngerler çoğunlukla sıcak denizlerde yaşarlar. Bilinen yaklaşık 5000 türün büyüklükleri, 1-2 milimetreden 2-3 metreye kadar değişir.
Teknolojik gelişmeler sonucu yerine kullanılabilecek pek çok sentetik ürün üretilmiş olmasına karşın sünger halen ticari değerini korumaktadır. Günümüzde özellikle laboratuar çalışmalarında ve ilaç yapımında sünger ve süngerlerde var olan kimyasal bileşiklerden yararlanılmaktadır.
Sünger avcılığı; avcı kim, av hangisi?
Atalarımız süngeri, belki de bir deniz kıyısında, fark edip, yararlarını anladıktan sonra, ona ulaşmaya çalıştılar. M.S. 3. yüzyılda yaşamış ünlü tarihçi Oppianus’un sünger avcıları için söylediği sözler, bize bu mesleğin tarihi ile ilgili bilgi vermektedir.
“Hiçbir çile sünger avcılarınınkinden daha korkunç, hiçbir çaba onlarınkinden daha zor değildir”
Bu sözler ayrıca, sünger avcılarının –özellikle geçmiş yıllarda- çektiği zorluklar, pamuk ipliğine bağlı yaşantılarının da ipuçlarını barındırmaktadır. Yüzyıllar öncesinde, çıplak olarak deniz diplerinden sünger avlayan dalgıçlar basınç etkisi altında çalıştıklarından kısa bir süre içinde göğüs hastalıklarına yakalanmaktaydılar. Teknolojinin ilerlemesi ile birlikte, önceleri forma ya da skafandar denilen elbiselerle, deniz yüzeyindeki tekneden verilen havayla dalışlar yapılmaya başlandı. Sualtında karşılaşılan basınç ve bunun insan vücuduna olan etkisinin yeterince bilinmiyor olması o yıllarda bir çok dalgıcın vurgun yiyerek sakat kalmasına hatta ölümüne neden oluyordu. Zaman içinde basıncın etkisi öğrenildi ve sorunsuz dalışların gerçekleştirilmesini sağlayacak dalış kuralları ve tabloları ortaya çıkartıldı. Ancak, güvenli dalışların yapılmasına kadar geçen süre içinde ölen ve halen vurgun izlerini vücutlarında taşıyan dalgıçlar, bir zamanların altını sünger için yitirdiğimiz değerler olarak kaldı belleğimizde.
Bodrum ve Süngercilik
Şimdilerde bir turizm merkezi görünümünde olan Bodrum, özellikle 1950 li yıllardan sonra, tam bir sünger ve süngercilik merkeziydi. Süngercilik; tüccar ya da toptancı (1-2 tane vardı koca Bodrumda), tekne sahibi ve teknede çalışacak sünger avcılarının etrafında dönmekteydi. Tüccarlar teknelerden topladıkları süngerleri yurt dışına, Yunanistan veya İtalya’ya satıyorlardı. Anlatılan hikayeler bu kişilerin, sünger avcılarının çektiği çileyi hiçe sayarak sadece kendi kazançlarını göz önüne alarak davrandıklarını ortaya koyuyor. Sünger avına çıkacak tekneler fırtınaların dinmesi ve havaların ısınmasını takiben Nisan-Mayıs aylarında, gerekli aletler, kumanya ve süngercilerle birlikte en az 5 ay sürecek av sezonuna başlamak üzere hareket ederlermiş Bodrum Limanı’ndan. Bu sezon başlangıçları hareketliliğinin yanında hüzün kokuyor olmalı. Ne ava çıkan süngerciler ne de geride kalan sevgililer, karılar, ana babalar ve çocuklar bu ayrılışın geriye dönüşü olup olmayacağını bilemezlerdi; “gidip de dönmemek var” yönü ağır basan bir vedalaşmaydı. Uzun süren kış boyunca denizi ve deniz diplerini özleyen sünger avcıları için daha bir kolay olsa gerek, her ne kadar can pazarına doğru bir yolculuk olsa da, bu aynı zamanda özlenene kavuşma idi.
Bodrumlu eski Mancorna, sünger avcısı Hasan Kayacan süngerciliğe başlama nedeni olarak şunları söylüyor:
O zaman iyi para kazanırdı süngerciler, özellikle Yunanlılarla çalışanlar çok para kazanıyordu. İki sezon çalışıp kendine bir ev yapabilirdi iyi bir sünger avcısı. Ben de para kazanıp marangoz atölyesi kurmak için başladım bu işe , ailede başka süngerci yok. İlk sene acemilik derken ikinci sene iyi kazandık, sonra işler yolunda gitmedi. Araya Kıbrıs Barış Harekatı girdi, ardından başıma bu tatsız iş geldi. (gözleri yediği vurgun nedeniyle bastonla gezmesine neden olan ayaklarına kayıyor). Evimi yaptım ama marangoz atölyesini kurmak kısmet olmadı işte…
Turizm ile tanışmadan önce Bodrum’u Bodrum yapan, ekonomik güçlerden bir tanesi mandalina ise ikincisi de süngerdir. Mandalina yurt içi piyasada pazar bulurken, çıkartılan süngerin tamamının yurt dışına gönderilmesi, ülkeye döviz girdisi açısından da oldukça önemliydi o yıllarda. 1970 li yıllarda Bodrum’da 50 den fazla süngerci teknesi ve bir teknede 5-6 sünger avcısı bulunuyordu. İyi bir sünger avcısı sezonda 200 kilo kadar sünger kesermiş. O yıllarda süngerin kilosu 200 TL den tüccara satılırmış. Sünger avcısı tekne sahibiyle yarı yarıya ortak çalıştığından, iyi bir sünger avcısı bir sezonda 20.000 TL para kazanabiliyor ve bu da evini yapmaya yeten bir miktar o yıllar için.
Bodrum genelinde hesap yapıldığında ise durum daha da ilginçleşiyor. Toplam 300 süngerci ve bunları sezonda kestikleri sünger miktarı da ortalama 100 kilo diyelim. Yani sezonda 30 ton sünger. Bu süngerin tüccara satışından ortaya çıkan rakam 6 milyon TL, bu arada tüccarın sünger satış fiyatı bilinmiyor ama aldığının en az iki katı olmalı ki tüccar olsun adı. Sonuçta Bodrum ekonomisine yaklaşık 12 milyon TL (800.000 US Dolar) bir girdi ve tarih 70 li yıllar. Canlarla, kaybedilen organlarla ödenen bir katkı bu Türk ekonomisine.
Sünger avcılarının ülkemiz için yapmış oldukları bir diğer katkı ise arkeolojik buluntular üzerine. Bu konuda INA, Institute of Nautical Archaeology (Sualtı Arkeoloji Enstitüsü) başkanı Tufan Turanlı’nın sözlerine kulak verelim:
Biz dünyada önemli 9 antik gemiyi deniz altından çıkarttık, 200 e yakında batık tespiti yaptık. Geçtiğimiz yüzyılın on en önemli arkeolojik olaylarından biri olan Uluburun Gemisi kazısını yaptık. Biz buradaki başarımızı süngercilere borçluyuz. 70 li yıllarda Nisan-Mayıs aylarında buralar düğün alayı gibi olurdu, süngerci tekneleri hazırlıklarını yapar kontrole gelirlerdi. Biz heyecanla 5-6 ay sonra dönecek süngercileri beklerdik. Çünkü onlar sünger avlarken rastladıkları antik batık kalıntılarını dönüşlerinde bize bildirirlerdi. Biz ülkemizin bu zenginliğini, Arkeoloji Enstitüsü’nün başarısını bu cefakar süngerci arkadaşlarımıza borçluyuz.
Ülkemizde süngerciliğin ekonomik değerini yitirerek yok olması 1986-87 yıllarında ortaya çıkan ve tüm Akdeniz’i etkisi altına alan sünger hastalığı ile başlar. Bodrumlu süngercilerin 26 Nisan 1986 tarihinde olan Çernobil Faciası ile de ilişkilendirdikleri bu salgın hastalık, neredeyse, Akdeniz’deki tüm süngerleri tüketmiştir. Ardından başlayan turizm hareketliliği, Bodrumluyu, sünger kesatı bitmiş olsa da, bir daha süngere döndürmemiştir.
Günümüzde çevremizdeki Yunan Adaları’nın ekonomisine büyük katkı yapan sünger ve süngercilik ülkemiz için tamamen gözden çıkartılıp, unutulan cefalı bir meslek olarak eski süngercilerin ağzından dinlenmektedir artık. Değil yurt dışına satmak, Bodrum ve diğer turistik kentlerimizde satılan hediyelik süngerlerin bir kısmı yurt dışından gelmekte ya da kaçak olarak avlanmaktadır.
Çağa ayak uyduran bir süngerci; Aksona Mehmet
Sünger avcılarının pek çoğu, para kazanmanın yanı sıra deniz ve denizaltının renkli, gizemli yaşantısına olan aşkları uğruna bu mesleği yapan insanlar. Bilinen, biraz kaba da olsa, tabir ile; bir insanın kıçına deniz suyu kaçmaya görsün. Bir daha kurtuluşu yoktur.
1970 li yılların sünger avcısı, şimdilerin mavi yol kaptanı Aksona Mehmet buna en güzel örneklerden bir tanesi.
1950 Çiftlik-Bodrum doğumlu Aksona Mehmet’in kendisinden önce sülalesinde deniz ile ilgisi olan kimse yok. Küçükken deniz kenarında oynarken, balık tutarken yavaştan içini kaplayan deniz aşkının nasıl olup da kalbine saplandığını kendisinden dinleyelim:
…..deniz kenarından ayrılamıyorum. Kovalar var onun sapını düzeltir şiş yaparız bi tahta tüfek falan, şamrel lastiği buluruz, daha maske edinmemişim maskeyle bakmışlığım yok hiç deniz dibine, deniz dibinin ne olduğunu bilmiyorum, Yine bi gün 13 yaşlarında filanım Karaburun deriz Yıldız Adasının karşısında bizim Koca İbrahim var, balık avlayıp duruu. Böyle yem takıyo voltasına maskeyle bakıyo iskarozun ağzına uzatıyo, yakalıyo, yüzerek. Ondan rica ettim, İbrahim amca bi bakayım dedim ben de. Yüzmedim valla, buraya kadar daldım (göğsünü göstererek) bi aktım denizen dibine…. İşte o zaman (burada söylediklerini yazarsam dergi toplatılabilir) tam vuruldum denize o an. İşte denizin dibini merak etme, hep başta çekiyor kendine, onun dillen anlatılması felan zor.
Aksona lakabını, 1981 senesinde alıp adını “Aksona” olarak değiştirdiği 8.5 metrelik teknesine borçlu, Mehmet Baş. Bodrumda sünger kesatı yıllarına kadar süngercilik yapan Aksona Mehmet, sonrasında Bodrum’daki değişime ayak uydurarak mavi yolculuk yapmaya başlıyor. Bodrum’un, iyiye mi kötüye mi gittiği tartışılan, değişen yüzünde süngercilik ve sünger avcıları adeta bir mihenk taşı. Aksona Mehmet’in sözleri ise üzeride düşünmeye değer gerçekten.
Sünger önemli bi şey. Biliyosun eskiden fakir Bodrum, sürgün yeri. İnsanlar tütün tarlasına tütün ekmeye, pamuk tarlasına yövmiye, denizi seven gençlerde süngere giderlerdi, öyle para kazanılırdı. Süngercilik bir kültür. Bodrumda tekne yapımcılığı, denizcilik bu kadar gelişmişse temelinde süngercilik var. Hiç kimse sünger avcılarına yeterince değer vermiyorlar. Fuarlara gidiyorlar, sünger yok standlarında. Bu çark durmaması gerekiyordu, usta-çırak ilişkisine dayanan bu meslek. Hadi bakalım bodrum da bir kriz oldu turizm bitti hadi bakalım ne olacak, tütün tarlasına mı gidecek, pamuğa mı gidecek, süngere mi gidecek.. babafingoya gider. Böyle bir işin varlığını unuttular. Bakla koptu. Ama ileride tarih bunları affetmeyecek kötü yazacak çok kötü yazacak. Masa başında yasaklıyorlar. Biz denize dönük bir millet olsaydık böyle mi olurdu. Bu gün denizle uğraşan denize açılan denizle beslenen denizi çok iyi kullanan ülkelerin geldiği durum gözümüzün önünde, Amerika’yı yeniden mi keşfedelim. Önüme gelene söylüyorum, kayıtlarda kalsın. İlerde böyle bi adam varmış bunları söylemiş desinler. Ben doğruyu mu söylüyorum, benim doğrum bu, aksini söyleyip ispat eden beni ikna eden biri çıkana kadarda bunları söyleyecem…
Aksona
Tüp ya da nargile (deniz yüzeyindeki tekneden, hortum aracılığıyla hava verilmesi) ile yapılan dalışlarda, dalış güvenliğinin sağlanması için, çıkış sırasında dalgıcın belirli metrelerde belirli bir süre beklemesi gerekmektedir. Literatürde dekompresyon denilen bu eyleme süngerciler aksona demektedir.
Mancorna
Derin suda(45 metre ve daha derin) çalışan sünger avcılarına verilen isim. Mancornalar deneyimli dalgıçlardır. Her türlü hava şartlarında emniyetli dalış yaparlar, aynı zamanda denizcilik gelenek ve göreneklerine gönülden bağlı, doğal dengelere saygılı, araştırmacı ve yenilikçidirlerdir.
Dekompresyon Hastalığı – Vurgun
Derinlik ve basınç arttıkça, nitrojen ve oksijen kan ve dokularda çözünür. Oksijenin aksine nitrojen, dokularda metabolize olmadan birikmeye eğilimlidir. Dalgıç yükselmeye başlayınca anlatılanların tersi gözlenir. Derinlik ve zaman sınırlamaları dikkate alınmadan hızla yükseğe çıkıldıysa, nitrojen hızla çözülmez, kan ve dokularda kabarcıklar oluşturur. Bu da dmar ve dokularda tıkanmalara yol açarak dekompresyon hastalığına neden olur. Hastalık dalış derinliğine ve dalış zamanına bağlı olarak ortaya çıkar.
Dekompresyon hastalığının oluş mekanizması doku ve toplardamarlardaki gaz kabarcıklarına bağlanabilir. Bu kabarcıklar birleşerek, daha da büyüyebilir ve semptomları arttırırlar.
Dokulardaki kabarcıklar dekompresyon hastalığının bulgu ve semptomlarının gelişmesinde, kandakilerden daha önemli olabilirler.
En fazla ve en belirgin olarak beyin, omurilik, solunum sistemi, iç kulak ve eklemlerde görülür. Sadece kaşıntılar ile atlatılabileceği gibi ciddi sakatlıklara hatta balıkadamın ölümüne bile neden olabilir. Önlemek için dalış kurallarına uymak yeterlidir. Hastalık tedavisi ise özel basınç odalarında yapılır.
İskele Meydanı Dergisi